Solumaya çalıştığımız hayatlarımız ile kıyaslandığında, geçmişlerimiz, koskocaman bir deryanın yanında karşılaştırılan bir kaşık su gibi kalır. Yaşamımızı sürerken, kimi zamanlar o ufukları asla seçilemeyen deryanın bizleri nelerin beklediğini bilemediğimiz açıklarına korkusuzca yüzebilecek kadar cesurca hareket edebilirken kimi zamanlarda sanki aynı bilinmezliğin ufuksuzluklarına endişesiz ve aceleci kulaçlar atan bizler değilmişizcesine öngörüsüz davranışlar sergileyerek panik tuzaklarına düşer ve adeta o önümüzdeki bir kaşık suda boğulup gidiveririz.
Açık denizler,daima serseri rüzgarlar ile beslenen deli yürek fırtınaları benliğinde barındırır. Yol alacakları yönün rotasını ve zamanlamasını kendi doğalarınca onlar belirler. Onların çatık kaşlı ve sert mizaçlı esintilerine bir kez kapıldın mı, yolculuğun nerede ve ne zaman son bulur ya da nerede soluğu alırsın bilinemez. Başına buyruk o ruh hallerinin derinlerinde saklı taşkınlıklarıyla en beklenmedik zamanlarda yoluna dikilerek, hükmettikleri çok katlı ve ağzından burnundan köpükler saçarak koşuşturan dalgalarıyla vuruverirler insanı. Altından sel misali akıp gitmesini sağlayamadan düşersen ya da onların üzerlerinde dengede kalamadan akıntılarının şiddetine kapılırsan, sanki dünya çevrende baş döndürücü bir hızla dönmeye başlamışçasına savrularak bir solukta kendi yolundan uzaklaşırsın. Bir batarsın bir çıkarsın, bir düşersin bir kalkarsın… Kimi zaman kendi içinde bile tek bir nefese hasret kalır ve zamanın sana durmuş gibi geldiği o an’dan sonra belki de artık çıkamazsın… Yapısındaki bencilliğin hamurunda olan hırçınlıklarıyla, seni hükmedilemeyen taşkınlıklarının esiri yapıp, tepe noktasındayken gökyüzünü ve aydınlıkları, düşüş noktasındayken yeryüzünü ve onun en karanlık köşelerini gösterirler. Aniden kural tanımaz saplantılarıyla gelen kararlı bir akıntının gücüne teslim olarak kaçırılırsın ve ne üdüğü belirsiz adreslerin komşusuz bırakılacağın ıssız limanlarından birisinde gözünü açarsın. Şaşkın ve yapayalnızsındır. Senin için artık istesen de sadece sen istemesen de sadece sen varsındır. Yer bilmeden, yol bilmeden, iz bilmeden sadece sen ve yanıbaşında kalan tek dostun olan sen… Dönemezsin geri çünkü artık sonsuza kadar o ne üdüğü olduğunu belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğin yerin insanısındır. Sanki vatansız sanki yersiz yurtsuz sanki kimliksiz bir sahipsizlikte öylece salınmaktasındır. Robinson Cruso olmayı zaman zaman keyifle hayal ederken şimdi yoldaşı Cuma olmaya razı pişmanlıklarda… Yepyeni ve haritada olmayan bir adreste, pusulanın şaşı göz kırpmalarına yabancılık çekerek hiç aşina olmadığın bir kimliğe alışma zorunluluğunun mecburculuğunda ilk voltaları atarsın. Upuzun kumsalların ıssızlıklarında düşünecek bol zaman vardır ve gün gelir kendinden bile bıkarsın. Gözlerin uçsuz bucaksız hiçlikte dikili kalır gözyaşlarının tuzlu yağmurlarından her fırsat bulduğunda. Seni oralara savuran dalgaların yanına birde yoldaş getirmesine, yanıtsız kalacak dilekçeler yazarsın. Dualarının yakarışları karşılığında ise sadece her gece uykunda aynısını istisnasız göreceğin bir kopya rüyanın donuk karelerini umudun olarak alacaksındır. Dilden dile dolaşmaktan bitkin düşmüş kadim bir masaldan arta kalan yorgun birkaç cümleyle yaratılmış hoş bir hayalin, haritası artık ezberine kazınmış olan kumsalında karaya vurmasıyla sahneye konulması. Dış yüzeyini kabuklu deniz canlılarının ve yosunların istila ettiği boş bir şişenin kumların üzerinde senin yalnızlığını paylaşmasıyla başlayan o bildik hayaller dizisi… Umudunu ve hayallerini kuma yazmakla ve her gelen yeni dalgada onun silinmesini izlemekle devamlılığını sürdüren, en az kendin kadar kısır döngülere sıkışmış bir resimli roman kareleri. Kurtuluş umutları ve hayatını kendi ellerine geri alabilme şansının sadece bir sonraki dalgaya kadar sürecek kısa yaşantısının senin uzun süren yalnızlığına yoldaşlık etmesinin tarif edilmez mutluluğu. Ta ki suya yazı yazılamayacağını öğrenene kadar sürecek bir mutluluk.
Açık denizlerin birde derinleri vardır sürüklenebileceğin. Güneş ışığının hiç içlerine işleyemediği, derin mi derin uzanan uçurumların asla gün bir doğumuna tanıklık etmemiş, o aydınlığın şefkatinden mum ışığı kadar hayır görmemiş derinlikler bekler insanı. Dipsiz karanlıklarına asla insan eli değmemiş uzaklıklar. Kapıldığın dalgaların baş döndürücü şiddetinde ne olduğunu bile algılayamadan, baş aşağıya adeta bir taş gibi düştüğün o derinler.Parmak izi kalmasının mümkün olmadığı karanlıklar.
Derin soluklar alabilmenin o yumuşacık anne şefkati ve hoşgörüsü gibi geleceği özlemler duyarsın, sahibi olduğun o bir tek soluk ciğerlerine sıkışıp kalmışken sen derinlere yuvarlanmaya devam ettiğinde… Beyninde bir delik varmışçasına hep aynı çığlıklar dökülüverir dışarıya sana acaba bu son nefesim mi diye düşündürürken. Sen suyun kaldırma kaldırma kuvvetini anlatan derslerini anarken dibe iniş hiç sonlanmadığında neden hep zayıf notlar aldığını acı tebessümlerle anımsarsın. Eskiden özgürce sert kulaçlar atarak dövdüğün ve hatta gülerek içine ettiğin derinliklerin intikam zamanı gibi gelir sen aşağıya sürüklendikçe yanaklarında şişen o tek soluk. Burnundan dışarı kaçmasını engelleyemediğin hava kabarcığı demetlerinde bütün hata ve günahlarını görürsün. Yüreğini sıkıştıran basınç, sana ciğerlerinin yetersizliğinden daha ağır gelmeye başlar. Son bir gayret ile ayaklarını çılgınca çırparsın ama betonlaşmış anılardır aslında seni aşağıya ve derinlere çeken. Gözlerinin önünde simsiyah bir fon üzerine çaprazlanmış iki kemiğin ortasında bilgiççe sırıtan bir kurukafanın baktığı flamayı hatırlarsın. Her korsanın bir sonu vardır elbet diyerek, kendine bencilce hayal ortağı ararsın…Ve derinliklerin dibine yaklaştıkça karanlıklar seni karşılar samimi kucaklamalarla. Onlar için tanrı misafirisin. Öyle ışıksızdırki, bütün kutsal kitaplarda tasvir edilen alevlerin oynaştığı ama hiç olmazsa ateşlerin yakıcı aydınlığındaki cehennemi, huzur olarak ararsın. Karanlıklar öyle yoğundur ki, ellerini bedenine kavuşturup kendini tekrar bulmaya çalışsan bile başaramazsın. Sen kendi içinde kendini ararken, bacağına sürtünerek seni ürkütenin geçmişine yazılan hata ve yanlışlarından sadece birisi olabileceğini anlayamazsın. Panik her yanındadır, sertleşmiş ve sanki cisimleşmiştir. Yitip gitmekte olduğunu anladığın zaman, mahcup hüzünlerin o bedenini alev alev saran sıcaklığı bile çevrendeki donukluğu azaltamaz. Ağzını kocaman açıp, boğulan benliğini derin nefeslerle uyandırmaya çalışma çabasına girsen de, hiçbir şey olmaz… Kalıcı bir uykuya yattığını anlarsın. Ne hava kabarcıkları insaf etmiştir sana ne de bu kötü rüyadan uyanmanı sağlayacak çığlıklarını saklayan o son soluk vardır yanında… Senin için yaşanan son karabasandır. Uykuda değilsindir ve hiç olmadığı kadar uyanmışsındır. Bitsin artık bunlar diyemezsin çünkü zaten bitişi yaşamaktasındır. Geçmişindeki bütün yanılgılarına hakaretler yağdırırken, hatalarına uzun ağıtlar yakarsın kayıplarına karşılık. Bencilliklerine tövbeler edip son bir şansa dualar edersin. Asıl hesap gününün bu gün olduğunu ve hesabının da kendinle olduğunu anlarsın. Kendi acımasızlığına acıma treni kaçmıştır ve sana el sallayarak veda eden silikleşmiş yüzün, kendine yaptığın acımasızlıklara acıyan tek insan olabileceğini hatırlarsın.Ve senden gittikçe uzaklaşan o görüntüye, gene bir umut diye elini uzatsan da tutamazsın onu çünkü dokunduğunda dağılıveren yumuşacık bulutlardan bir hayaldir sadece. Ve gene gariptir sanki günah çıkarır gibi yaşantının o son anında, gecikmiş bir vefa ile onu anarsın. Derinler ve o dibi seçilmez karanlık yutmuştur çoktan sen’den arta kalan seni… Bir an sadece bir an, içini anlamlandıramadığın bir soğukluk kaplar, düşseli akımı üzerinden geçerken. Kendi adına her hangi bir pişmanlık dahi duyumsayamazsın. Ne kendin ne de herhangi başka bir şey adına bir duygusal tepki vermeyi bundan çok öncelerde bencilce ve insafsızca kenara bıraktığını bilmek bile gerektiği kadar rahatlatmaz. Gözyaşların yanaklarından aşağıya süzülüp seni boğan dipsiz derinlerin içinde kaybolurken onlara sığınma şansını da yitirirsin. Eskiden ağlamaktan korkan, korkudan ağlamaya sığınamaz.
Kendi içimizdeki fırtınalarda yitip gitmek ve kendi yaşanmışlıklarımız arasında boğulmaktan, geçmişlerimizde yaptıklarımızdan yada tersine yapamadıklarımızdan duyulan pişmanlıklardan kaçıp kurtulabilmenin imkansızlığını kabullenerek kurtulabilirmiyiz bilinmez. Ama gelmesi beklenenle cesurca yüzleşmek; bir kaşık suda boğulma ihtimali yerine önümüzde serilen deryanın ufuklarını görme şansımızın yükselmesini sağlayabilir.
Ne gariptir ki, bütün bunlar belki de bir kaşık suda kopacak fırtınalarla kendi iç benliğimizle mücadelemiz sırasında yaşanarak, boğulmamıza neden olabilir…
Fakat unutulmamalı ki, bir kaşık suda yaşanılmaz…
Bora Günekan
Görsel: Lady in Blue - Paul M.Pecci