Roberto Assagioli yazdı;
ACIDAN MEDİTASYONA
Acı ve huzur; insanın içsel gelişiminde, gerçek benliğinin şuuruna varmaya başlamasından, evrensel yaşamla can-ı gönülden birleşmesine, kozmik ritmlerle uyum haline ulaşmasına kadar takip ettiği yolda iki zıt kutuptur.
Gelişime götüren geniş yelpazenin büyük bölümünde acı kaçınılmazdır. Acının yararlı, değerli ve gerekli işlevleri göz ardı edilemez. Bu işlevler sayılamayacak kadar fazladır, fakat başlıca dört yararlı işlevinden söz edebiliriz.
Beşeri gelişiminin ilk devrelerinde, bir ölçüde daha sonraki devrede de, acının; pasif durumdaki kişiyi sarsmaya, rahatlığından, alışkanlıklarından, zihinsel ve ahlaksal tembelliğinden, kısıtlayıcı egoizminden kurtarmaya yönelik bir değer taşıdığını görüyoruz. “İyi acı” çok farklı şekilde insanı harekete geçirir, onu “uyanmaya” zorlar, uyumakta olan enerjisini uyarır, yeteneklerini değerlendirme isteğini yaratır. Birinci yararı budur.
Acının yine yararlı, bir anlamda ilkinin zıttı olan ikinci işlevi de varlığı eşya veya kişilere bağlanmaktan kurtarması, onu içgüdülerinin, hırslarının, isteklerinin kölesi olmaktan özgür kılması, kişinin yeniden hata ve günah işlemesini engellemesidir. O halde bu, acının arındırıcı ve özgürleştirici bir işlevi olmaktadır.
Bundan öncekine bağlı bir üçüncü işlev, kişiyi disipline kavuşturmasıdır. Kişinin içinde kaynaşan düzensiz, içgüdüsel, duygusal ve mantal enerjilere hakim olmasına, bunları yıkıcı değil de yapıcı şekilde kullanılmak üzere düzene sokmasına yarar. Böylece varlık bu enerjileri, yüceltici, insancıl amaçlar uğruna yararlı ve üretken davranışlarda kullanılabilecek hale dönüştürebilir ve yönlendirebilir. Bu da sürekli ve enerjik bir “içsel çalışma” gerektirir, fakat ulaşılacak mucizevi sonuçlar bu yorgunluğa değecek özelliktedir. İçsel alemde elde edilen kendine hakimiyet, güven ve güçlülük hissi, derin ve sürekli bir memnuniyet kaynağıdır. Düzen ise ahenk ve güzellik demektir.
Son olarak, acının, insanı harekete geçirici, bütünleştirici, düşünmeye ve meditasyona yöneltici, sıklıkla içine düştüğümüz dışa yönelik, dağılmış, ziyan olmuş, aldatıcı, yapmacık ve materyalist yaşantımızdan geri çekme gibi değerli ve gerekli bir işlevi de vardır. Acı bizi sarsar, kendi benliğimize tekrar dönmemizi sağlar, soluk soluğa koşturduğumuz yaşamdan bizi alıkoyar; bakışımızı içimize ve yukarıya çevirmemizi sağlar. Sonuçta gerçekten düşünmeye, hayatın önemli sorunlarını değerlendirip tartmaya, nedenlerini bulmaya ve anlamlarını kavramaya, sezgisel yoldan amaçlarını, hedeflerini anlamaya başlarız. O halde kendi içimizde sükûneti yaratmaya, olayları sorgulamaya, dua etmeye, arzu etmeye başlamalıyız. Ancak o zaman kendi yüce gerçekliğimizle, derin ruhumuzla, Tanrı’yla içsel diyaloğa girmeye başlayabiliriz. Bu çabanın değerli sonuçlarına daha sonra değineceğiz.
Acıyla ilgili olarak, yine de aşırı durumlardan kaçınmak konusunda bazı gerçeklere değinmemiz gerekir.
“Acı”nın söz konusu değerli işlevlerini bilmek bizi; onu bir kült haline getirmek, çok abartmak, yerli yersiz uygulamalarda bulunarak kendimize ve başkalarına zarar vermek gibi yanlış değerlendirmelere götürmemelidir. Biraz çelişkili gibi görünen bu durumu aydınlatmak için, diyebiliriz ki acı, ancak onu yok etmeye, üstesinden gelmeye çalıştığımız ölçüde değerlidir.
Başka bir deyişle acının kendisi tek başına amaç değil, bazı etkileri gerçekleştirme ve ders çıkarma aracıdır. Bu etki ve dersler gerçekleştiğinde, acılara müteşekkir olmak ve onları kesinlikle geride bırakmak gerekir.
Acının bu şekilde değerlendirilmesi bize, neşeyi küçümsemeye, ondan kaçınmaya yol açmamalıdır. Çünkü, onun da acı gibi değerli ve gerekli işlevleri vardır. Neşenin her şeyden önce dinamik, enerjimizi uyandırıcı ve artırıcı bir etkisi vardır. Organlar arası alışverişi hızlandırır; yaşamsal etkinliklerimizi canlandırır, dolayısıyla yüksek etkiye sahip iyileştirici bir araçtır. Neşe, depresyon bulutlarını söküp atar, bizi korkudan uzaklaştırır; sağlıksız kendine acıma duygularından uzak tutar. Bunların dışında yayılma özelliğine sahiptir; taşar, başkalarına da yarar getirecek bir şekilde yayılır, bizimle başkaları arasında uyumlu ve verimli ilişkiler kurdurur. Bunun için de neşe, kaygılanılacak bir şey olmaktan çok, başkalarıyla ilişkilerimizde üstlenmemiz gereken gerçek ve doğru görevdir.
DÜŞÜNCEDEN ANLAYIŞA
Yüzeysel yaşamayan, içgüdüsel ve duygusal tepkilerin kendisini yönetmesine izin vermeyen kişilerin, üzerinde düşünmeleri gereken en önemli konu “iyi” ve “kötü” kavramlardır.
Doğal insanın iyi-kötü konusunda spontan tavırlanması iyiyi zevk sağlayan, kötüyü ise acı veren olarak algılamasıdır. Fakat biraz daha düşünmeye devam ederek, sebep-sonuç zincirine bir göz attığımızda, bu değerlendirmemizin noksanlığını fark ederiz. O anda “kötü” olarak algılanan olayların ileride “iyi” sonuçlar getirmesi pek ender değildir. Aynı şekilde anlık zevklerde de oldukça hoşa gitmeyen sonuçlar doğurabilmektedir.
Kişi düşünmeyi sürdürür ve derinleştirirse, daha da önemli bir gerçeği keşfeder: “İyi” ve “kötü”, dış olaylarla ilgili objektif durumlar değildirler; onların etkisi kendi tutumlarımıza, değerlendirmemize ve tepkilerimize bağlıdır. Dolayısıyla başımıza gelenlerin yararlı veya zararlı oluşu her şeyden önce bize bağlıdır.
Bu anlayışın çok önemli, hatta kelimenin etimolojik anlamıyla devrimci bir etkisi vardır; bu anlayış, sorunun merkezini dışsallıktan içselliğe dönüştürür. Anlayışımıza göre, eğer biz davranışlarımızla izin vermezsek kimse bize kötülük yapamaz ve biz akıllıca değerlendiremedikten sonra kimse bize iyilik yapamaz.
Bu şekilde mutlu bir içsel özgürlükle, dünyadan, dış koşullardan, başkalarından bağımsız olma anlayışına kavuşuruz. Fakat aynı zamanda sorumluluğumuzun farkına varırız. Artık insanları ve kaderi mutsuzluğumuzun tek, hatta başlıca nedeni olarak suçlayamayız, aksine mutsuzluğumuzun nasıl düşünce, his ve davranışlarımıza bağlı olduğunu görürüz.
Dünya, yaşam ve kendimiz üzerine düşünmek, daha başka pek çok yararlı farkındalıklara götürür.
Bunlardan ilki, gerçek bir alçakgönüllülük ve sade davranışlar edinmemizdir. Bu dikkatli ve tarafsız araştırma ne kadar hata işlediğimizi ve sürekli işlemekte olduğumuzu gözlerimizin önüne serer. Bunun yararı tartışılmaz; çünkü gerek daha fazla hata yapmamızı önlemede, giderek yanlış tutumlarımızı azaltmada, gerekse anlamsız kuruntularımızdan, gülünç kendini beğenmişliğimizden kurtulmamıza ve boş gururumuzu bilge bir alçakgönüllülükle değiştirmemize yardımcı olan ilk ve en önemli adımdır. Şu noktayı belirtmemizde yarar var: Bunun haksız ve zararlı bir aşağılama ile ilgisi yoktur. Dahası, insanlık onuruna yakışır bir durumdur; çünkü eksikliklerin farkına varmak, bunları gidermek için başlangıçtır. Ayrıca yeteneklerimizi, uykuda olan harikulade güçlerimizi, çağrıldığımız yüce kaderi bilmemize engel değildir. Böylece sağlıklı ve haklı bir iyimserliğe, aydınlık umutlara, sarsılmaz inanca ulaşırız. Bunlarsa sınavları başarabilmemiz, yaşam savaşı verebilmemiz için gerekli cesareti doğurur ve beslerler.
Bizleri öznellikten, bencillikten, gururdan çekip kurtaran düşünce iki grupta toplanan yüce spiritüel özellikleri (iyilik, yardımseverlik, sevgi ile bilgelik ve derin anlayış) geliştirmemiz için gerekli koşulları oluşturur.
Bu iki yetenek grupları birbirlerini tamamlamakla kalmaz, aynı zamanda birbirini geliştirir, ortaya çıkarırlar.
Gerçekten de iyilik, sevgi; ruhumuzu başkalarınınkine, dolayısıyla başkalarının ruhunu bize açarak insanları anlamamızı, onlara yaklaşmamızı, birleşircesine içlerine girmemizi, birbirimizin içerisinde erimemizi sağlar. Böyle birlik ve kaynaşma direkt olarak anlayışa, bir başka deyişle “içsel anlayışa” götürür. Aynı şekilde bilgelikten doğan spiritüel anlayış doğal olarak bizde iyiliği, yardımseverliği yüreklendirir.
Bu iki gruptaki yeteneklerin sentezi anlaşmazlıkları, antipatiyi, düşmanlığı ortadan kaldıran, aileden tüm insanlığa kadar yaşamın her alanında karşı koyulmaz bir araç ve her kalbin anahtarı olan saygıdeğer anlayışı oluşturur.
ANLAYIŞTAN HUZURA
Yüce bir değere sahip olan bilgece ve sevgi dolu anlayış, onu elde edebilen ve uygulayabilene önemli birçok spiritüel yeteneğin kapısını aralar, gelişimleri sağlar.
Anlayış, her şeyden önce bize, doğru değerlendirme yeteneği kazandırır. Genellikle bencilliğimiz ve miyopluğumuz yüzünden yanlış ölçü ve şekillerde değerlendirdiğimiz kişileri ve olayları doğru perspektiften bakıp değerlendirme şansı verir. Bize dokunan ve bizi ilgilendiren şeyler önemsiz de olsalar önemli görünürler. Uzaktaki olaylar ise ne kadar büyük ve önemli olsalar bile gözümüze küçük, değersiz görünürler veya en azından bunlara gereken değerden çok azını veririz.
“Komik” ve “gülünç” her şeyden önce orantısızlıkların ve perspektif hatalarının ürünü olduğu için, onları fark etmemizi sağlayan anlayış bize mizah gücü verir.
İnsanın alıp verebileceği en yüce değerlerden biri olan “dostluğun” da temeli yine anlayışa dayanır. Dostluk çoğunlukla aşk gibi kör olmaz ve olmamalıdır. Gerçek arkadaş yanılsamasız dostunun en ciddi eksiklerini, kişilik hatalarını görebilen; fakat aynı zamanda iyi yönlerine dikkat eden, onda bulunan yetenekleri, olumlu özellikleri, kötü olanları göz ardı etmeden iyileri cesaretlendiren, ortaya çıkmasına yardımcı olan kişidir.
Karşılıklı anlayış, ister kişiler, ister gruplar olsun, her iki taraf arasında uyumlu ve verimli bir işbirliği sağlamak açısından gereklidir.
Anlayış insanlar arasında doğru ilişkiler kurmaktan başka, bizimle yaşam, evren ve Tanrı arasında da doğru ilişkiler kurmaya yarar.
Kaynak: Psicosintesi
Çeviren: Alin ASLAN