Karanlıkta Rus Ruleti ve Gölgeler

18. 09. 16
posted by: Administrator

 

Gölgelerle karanlıkta rus ruleti oynadınız mı hiç?

Rus ruletini bilirsiniz. Bir silaha tek bir mermi konulur ve bu oyuna(!) kaç kişi katılıyorsa ard arda kurşunu bulana kadar silahı şakaklarına dayayıp, tetiği çeker dururlar. En sonunda bir kaybeden ve diğer kazananlar ortaya çıkar, durum netleşir. Ama bu oyun boyunca herkesin sırtından soğuk terler dökülür, beyinde çılgın bir devinim başlar, adrenalin hormonunun üretimi had safhaya vurur ve hayatla adeta bir nevi kumar oynanır. O anda kalp krizinden gitme olasılığınız, rulette kaybetme olasılığınızdan daha fazladır.

Michael Cimino nun 5 oscarlı şahaseri olan The Deer Hunter filminde de bu rus ruletinin ne menem bir şey olduğunu izleyenleriniz varsa bilirler. Bazı insanlar kendi açgözlü libidoları ve ihtirasları yüzünden, bazı zavallı insanları sırf hayatta kalabilmeleri adına hangi değerlerinden ve nasıl vazgeçirmeye sürükleyebildikleri oldukça iç paralayıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Her ne kadar bu bir film deseniz de, bütün bunların gerçek yaşamın içinde daha da iç karartıcı bir şekilde yaşandığını bilebileceğimiz, anlayabileceğimiz ve hızlı akan bilgi çağında bulunmamız sebebiyle de görebileceğimiz kadar büyüdük, geliştik.

Hukuk ve spiritüalizmin de yanyana hayatımda varoluşuyla ben de bir nevi rus ruleti oynamaya başladığımı farkettim. Ama benim oynadığımın diğerinden bazı farkları vardı:

Bu oyun karanlıkta oynanıyordu.

Karanlıkta olduğunuz için kimin kim olduğunu seçemediğinizden, gözleriniz karanlığa alıştıktan ve birazda olsa sezgilerinizi kullanmayı başardıktan sonra oyunun diğer kahramanlarını farkedersiniz.

Bu oyun rus ruletinden, nevi olarak daha fazla risk içeren ve daha fazla adrenalin ürettiren bir niteliktedir. Çünkü her an ters köşeye yatma ihtimaliniz vardır. Siz diğerlerinin tetiği başlarına dayadıklarını sandığınızda namlunun size çevrildiğini ve kurşunun üzerinize doğru hızla geldiğini farkedemeyebilirsiniz. Öyle salak salak boşluğa bakarken, ne olduğunu bile anlayacak vaktiniz olmayabilir. Ya da tetiği çeken sizseniz eğer, bu tetiği ne tarafa doğru doğrultmanız gerektiğine dair müthiş bir ikilem içine düşebilmeniz ihtimali de mevcuttur. Kime ve ne kadar (kendiniz de dahil) güvenebildiğiniz ya da güvenemediğiniz sizin oyundaki başarınızı artıracaktır.

Ben de bir hukukçu olarak spiritüalizmin yaşamıma girmesine izin verdiğim de, bu oyunun bir üyesi olacağımı elbette ki bilmiyordum. Gözüm kapalı dalıvermiştim ruhlar alemine.

Ama bu durum karanlık denizlere açılmama sebebiyet verdi. İnsan ruhunun derinliklerine… Hatta korkunç derinliklerine... Gerçeği o an kavradım ve gözlerim birden kör oldu.

Karanlıkta ilk hissettiğimiz duygudur ya bu, ben de ilk önce öyle hissettim. Hatta o an bir köşeye sinip gözlerimi yumdum. Defalarca açıp kapadım gözlerimi korkuyla. Aynı karanlığa defalarca baktım uzun bir süre… Sonra hani hep söylenir ya, insan zamanla herşeye alışır, diye. Ben de bir süre sonra karanlığa alıştığımı farkettim. Elimde ne yapacağımı henüz bilmediğim bir silah tutuyordum ve içinde tek bir kurşun vardı.

 

 

 

Benimle birlikte diğer köşelere sinmiş olan gölgeleri de işte o zaman farkettim. Oyunun diğer kahramanları. Adeta benim hareketlenmemi bekliyorlarmış gibi hepsinin yüzü bana dönük, aynı benim gibi oturuyorlardı. Ve onların orda sebepsiz bulunmadığını farketmem gecikmedi. Bu farkındalık da ilginç bir şey… Önce anlamıyorsunuz, sonra birden anlıyorsunuz ne hikmetse. Ansızın bir ışık içinde kalıyorsunuz, etrafınızı yoğun bir ısı sarıyor ve o an bir jeton düşüyor beyninizin içine. Kısa bir an için aydınlanıyorsunuz. Bu farkındalık meredi de işte böyle bir şey. Bunu yaşamanızın sebebi, içinde bulunduğunuz çıkmazdan tek kurtulma şansınız bu olduğu için. Beyniniz yeni olasılıkları sıralıyor ve içlerinden en uygununu, denkleştirdiğini, eşleştirdiğini seçiyor ve sizin bu çözümün farkına varabilmeniz için de size sinyaller gönderiyor. Bunun hizmet ettiği amaç ise farket, kurtuldur. Ver, kurtul gibi bir şey. Bir şeylerden kurtulmak için hep bir şeyleri bırakmanız gerekir. Siz de uyanık biriyseniz eğer, sizin için en işe yaramaz olanı vermekle işe başlarsınız. Bir nevi takas. Ben de uyanıktım ya, en işime yaramayanı cımbızla buldum, çıkardım. Ama değişen hiçbir şey olmadığını gördüğümde, bunun kurtulmam için yeterli olmadığını, benim için daha önemli olan, beni ben yapan şeylerden vermem gerektiğini anladım.

Bu, tıpkı bir arada artık yaşamaya tahammül edemediğiniz eşinize boşanma davası açtığınız da, sizden bunun için bazı değerler talep etmesi gibidir.

‘‘İstediğinin bir bedeli var. Bu bedeli ödemezsen eğer, istediğini elde edebilmen için seni çok uğraştırırım.’’

Ve siz, aslında öz de size ait olanı tekrar geri alabilmek için, bazı değerlerinizden ödün vermek zorunda kalırsınız. Çünkü kendinizi paylaşıma açtığınızda ben olmaktan çıkıp, biz olmuşsunuzdur ve biz olmanın ağır sorumlulukları vardır. Biz olmaktan, tekrar ben olmaya geçiş ise, bundan daha zordur.

Verileni geri almak asla kolay değildir. Bu yüzden adliyeler binlerce icra dosyaları ve binlerce dava dosyaları ile doludur. Binlerce insan birbirinin boğazını sıkmak için sırada beklemektedir.

Bu noktada mesleğimizi yaparken de aslında yaptığımız budur. Birinin boğazını, bir başkasının adına sıkmaya çalışmak… Eğer işinizi iyi yapıyorsanız, etik kurallara göre kimin daha haklı olduğu umurunuzda bile değilse ve acıma duygunuzu da kaybetmişseniz eğer, bu durumda hedefiniz gittikçe kararmak olacaktır. Kaybettiğiniz, hatta ellerinizle teslim ettiğiniz değerler, verilen tavizler, onun yerine kazandığınız bol para ve simsiyah bir yüz.

Ama ibrenizi ille de yüksek değer anlayışında tutmak isterseniz, ekstradan güçlü bir önseziye sahip olmanın gerekliliğini farkedersiniz. Bunu evrenden istersiniz, o da size verir. Tabii ki bir bedel karşılığında… Spiritüalizmi yaşamınıza sokuverir ve güçlü önsezilere sahip kılarken sizi, aynı zamanda karanlıkta da bırakıverir.

Suratınızı karartmadınız ama etrafınızı karartmayı başardınız. Bravo!

Yani aslında spiritüalizme girdiğinizde aydınlığa falan ulaşmış değilsinizdir. Kısa kısa farkındalıklar ve minik minik aydınlanmalar yaşarsınız elbette. Ama bunlar devede kulaktır. Size doğru yolda olduğunuzu hissettirirler sadece. Daha yolunuz çok uzundur. Hedefiniz ise saf ve sürekli bir aydınlığa ulaşmaktır. Aydınlığa ulaşan yol da, tıpkı hukuk sistemi gibi birşeydir. Talep edersiniz. Evren bu talebi alır, işleme koyar. Ama bu sistem hukuk sitemimizden daha hızlı işler. Evren size yanıt vermekte gecikmez. Al şu ipucunu, devam et. Aman da ne ipucu! Bu ipucu küçücük birşeydir. Hani zahmet oldu diyesiniz gelir içinizden ama çarpar marpar, şımarmayalım şimdi deyip sineye çekersiniz öyle zamanlarda. Bazen de, öyle alengirli yollardan gönderirki size onu, yahu bunun tutulacak ucu mu var deyip, öyle şap gibi ortada kalırsınız. Artık burdan doğru sonucu çıkarmak biraz şansa, biraz da algılama kapasitenize kalmıştır.

Normal avukatlığa geri dönsem de, gidip şu davayı mı açsam acaba?! Herkes gibi olsam… Gidip birkaç boğaz sıksam… Bana ne kimin haklı olduğundan; milletin derdi beni mi gerdi? Neticede herkes, kendi var olma savaşını veriyor, ben de gidip kendi işime baksam? Herkes gibi küpümü doldursam…

Şart mıdır aydınlanmak?

Bunu diyorsanız eğer, gidin yaşadığınız ortamdaki bütün ışıkları yakın, tam merkezdeki ışığın altında oturun gitsin. Daha sonrada, adliyelerin karanlık ortamında ışıl ışıl parlarsınız bu sayede.

Hem fiziksel aydınlanma neyinize yetmiyor, ruhsal aydınlanma şart mıdır yani?

Eğer şart olduğuna karar verirseniz, ki bu yola girildiğinde henüz kimsenin imana gelip de geri döndüğü pek görülmemiştir, ben de imana gelmedim tabii ki.

Sonuçta etrafım gölgelerle sarılı vaziyette oyuna dahil oldum.

Oturduğum yerden ayağa kalktım; elimde silahla. Silahın şarjörünü şöyle bir çevirdim; gölgeler bana baktı; onlar da ayağa kalktı. O an, onların orda bulunma sebebinin beni vazgeçirmek olduğunu anladım. Namluyu kaldırdım, hedefi nişan aldım, tetiği çektim.

İlk çekişte silah patladı.

Ve ben ilk bedeli ödedim; en değerli parçalarımdan birini: Sistem tarafından üzerime giydirilmiş ve beni koruyan kalkanlarımı vurdum. Korunmaya ihtiyacım yoktu. Ayrıca savaşımı vermek için onlara ihtiyacım da yoktu.

Gölgeler çığlık attı. Artık geri dönüş yolları kapanmış, değişim başlamıştı.

Değişim, ben değişiyorum, değişmek üzereyim, ha değiştim ha değişiyorum, bak değişirsem görürsün, bir değişirim pir değişirim ona göre, bu değişim de bana çok yakıştı yahu acaba bir de şöyle dağınık bir model mi attırsam ya da duruma göre değiş tonton gibi mavalları okumakla olmaz.

Değişim, sizi o ana kadar siz yapan değerleri bırakmakla başlar. Spiritüalizm ise, naif ruhların hayata tutunmaya çabalarken, aynı zaman da zor da olsa hayatı yeniden biçimlendirmeye uğraşmak gibi ip üstünde cambazlık yapmaya çalışmasından başka bir şey değildir.

Aylin Yabanoğlu 

 

İlk yayın: derki.com