her ortak sesleniş geleceğe rahim
mavi kuş görünebilirdi
Auschwitz’lerde kıyametten geçenler
tarihini soyundu, masalını sildi
istediği ölüm kimindi?
bumerangdır ölüm, herkese döndü.
Gülten Akın
Bana yaşamımı, ruhumu, bedenimi ve her geçen günümü geri ver dedim; onlar hiç senin olmamıştı ki dedi; “Sen onları sana mı ait sanmıştın..? İçinde yaşadığın dünyaya zarar vermediğin, onu parçalamaya çalışmadığın gün seni kendi cehenneminden çıkarıp zamandan özgür kılacağım ve sana sonsuz yaşamı sunacağım ama şimdi değil…”
Bizim olmayan bir şeyi yaşıyoruz, bizim sanarak… Bu yüzden ona her türlü istediğimizi yapabilme hakkını kendimizde görüyoruz. Çoğunlukla da yaptıklarımız pek iyi şeyler olmuyor; yıkıyoruz, parçalıyoruz, yokediyoruz ve ne ilginçtir ki adına gelişme diyoruz.
İnsan yaratıcılıkta sınır tanımayan kusursuz bir varlıktır ama ne yazık ki bu kusursuzluğunu zedelemekte de aynı ölçüde başarılı bir varlıktır. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren yaratıcılığı da onunla birlikte merhaba der yaşama. Ve insan bu merhabayı çoğu zaman yanlış algılayarak üzerinde durduğu o güzelim dünyasını bunun bir yaratım olduğunu sanarak yıkmaya başlar. Öylesine bir egoya sahiptirki insan, üzerinde yaşadığı dünyayı yok edip yeni baştan yaratabileceğine inanmaktadır. İnsan dünyaya böylesine zarar verebildiğine göre bunun başka bir açıklamasını bulmak da mümkün olmamaktadır.
Aksi takdirde aynı öze bağlı olduğunu unutup, birbirinin farklı ırktan olduğunu iddia ederek birbirlerini katletmekte tereddüt bile etmeyen ve dünya üzerindeki yaşamın sürebilmesi için kurulmuş olan dengeyi bozmak için hiç durmadan uğraşan insanın davranışlarını başka ne açıklayabilir ki?
Geleceği çoğumuz umutla beklemekteyiz; çünkü belirli hedeflerimiz var geleceğe dair. Ama insan kendine, doğasına bile yabancılaşmış halde gelecek planlarını sadece kendi üzerine yapmaktadır, diğerlerinden bağımsız hareket ettiğini sanarak. Oysa ki birbirimizden bağımsız hareket etmemiz mümkün olmadığı gibi, birbirimiz olmadan da yaşamayı aslında arzu eder değiliz. Aksi takdirde teknolojinin yardımıyla dünyanın her yerindeki diğerlerine ulaşma ve onlarla irtibata geçme gayreti içinde bulunmazdık. Bir taraftan diğerleriyle kaynaşma arzusu hissederken, bir taraftanda diğerlerini yoketme dürtüsü ilginç bir çelişkidir.
Kaynaşma arzusu aslında yoketmek için düşmanını tanımak gerekliliğinden mi kaynaklanmaktadır yoksa düşmanını tanıyarak onunla kaynaşma arzusundan mı?
Belki de insan hep birinci kısmı deneyimlediğinden, artık farklı olan ikinci kısmı deneyimleme süreci içine girmek durumundadır.
Belki de insanın yapması gereken sadece budur.
2020’ ye gelindiğinde de bu güzel dünyamızın çocuğunu bağışlayabilen bir anne ve baba gibi evlatlarını bağrına basabildiğini görmek fikri bizi şaşırtmamalıdır. Vahşi evladı yüzünden çokca yara almış, yaralarını elinden geldiği kadar sarmış ve hala dönmeye devam eden bir dünya, insanın onu yok etme yönündeki tüm çabalarına rağmen 2020'de de gelecek nesillerin deneyim mekanı olmaya devam edecektir.
Yaşamının devamlılığı için başka dünya arayışına gerek yoktur. Yeni bir dünya yaratmak yerine, önce dünyaya bakıp kendine sunulanı görmeyi başararak, kendini yeni baştan yaratmayı denemeli ve bunun için de yeni perspektifler kazanmak durumundadır artık insan.
Sürekli dünyanın sonunun gelmek üzere olduğu, felakete sürüklendiğimizi, kıyametin kopacağı, yaşamın dünya üzerinde artık sonlanacağı düşüncesinden, dünya üzerinde yaşamın devam edeceği, felaketlerin artık çabalarımızla bertaraf edilebileceği, bunu da başaranın insan olacağı ve dünyaya artık zarar vermeyerek onu korumamız gerektiği düşüncesine geçmek durumundayız.
Hala yıldızların altında uyuyabiliyorsak ve yıldızlara bakarak hayallere dalabiliyorsak, insanlık için de umut hala sürüyor demektir.
Aylin Yabanoğlu