Eğer örülü saçların çözüldüyse
Eğer saçlarını ayıran çizgi düz değilse
Ve eğer yeleğinin ipek püsküllü kurdeleleri
Henüz bağlı değilse, aldırma.
Nasıl isen öyle gel; süslerinle oyalanma.
Çimenler üstünden, çabuk adımlarla gel.
Eğer çiğden ayaklarının kınası giderse,
Ayak bileklerindeki çıngırak sesleri azalırsa
Ve eğer gerdanlığından inciler düşerse, aldırma.
Çimenlikten çabuk adımlarla gel.
Gökkubbeyi saran bulutları görüyor musun?
Nehrin öbür kıyısından turna sürüleri havalanır
Ve ani rüzgarlar fundalıkta oraya buraya hücum eder.
Endişeli hayvan sürüleri köydeki ağıllarına koşarlar.
Gökkubbeyi saran bulutları görüyor musun?
Süslenmek için kullandığın lambayı boşuna yakıyorsun,
Rüzgarda titrer ve söner.
Göz kapaklarının lamba isiyle boyanmadığını kim bilebilir ki?
Halbuki senin gözlerin, yağmur bulutlarından da karadır.
Lambanı boş yere yakıyorsun, söner o!
Nasıl isen öyle gel; süslerinle oyalanma.
Eğer çiçekten tacın örülmediyse, kimin umurunda;
Eğer bileziğini bağlıyamadınsa, bırak kalsın.
Gökyüzü bulutlarla dolu, vakit geç oldu.
Nasıl isen öyle gel; süslerinle oyalanma.
Düşünüyorum da,
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin keşfedilmesi,
cesaretsizliğimizin anlaşılması,
korkularımızın paylaşılması,
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ne kadar güçlü korunuyoruz,
kalkanlarımızın ardında hissedilmeden,
el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler, kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsak ve bir yıldız kadar
parlak, ne çıkar ateşböceği sansalar bizi ?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu,
masum, sevimli çocuksuluguna el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesek kendimizi,
korkaklığımızı, sevgi isteğimizi...
En insani yönlerimizi kayıtsızca sunabilsek...
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi
uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek!
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak!
Kırılmaktan korkmasak!
İncinsek, yaralansak!
Ne olur bir darbe daha alsak!
Yeniden açsak kendimizi,
atabilsek o kabuğu denesek, risk alsak, yanılsak!
Fark etmez, tekrar tekrar bıkmadan denesek!
Ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi...
Ne olduğunu anlayamadığımız o on beş yıldan öncesi gibi...
O zaman fark edeceğiz,
ne kadar özlediğimizi birbirimizi,
neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler,
her gün katlanan ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı, kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri, hem hepimiz bir
yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
Rabindranath Tagore
Görseller:
Woman Bathing I - Bren Price
The Gift - Vanessa Berry