- Her şeyden önce sunu çok iyi kavramak lazım: erkekler eril, kadınlar da dişil diye bir şey yok. Eril-dişil enerjilerin bizim kadın mı erkek mı olduğumuzla fazla bir ilgisi yok. Bütün bu eril-dişil dengeleri ve dengesizliklerinin hepsi de tamamen her birimizin kendi içimizde yaşanan şeyler. Eril enerji girişken, harekete geçirici enerji demek. Dişil enerji ise yaratım enerjisi, yarattığımız her şeyi dişil enerjiyle yaratıyoruz. Dolayısıyla "İsis" hepimizin içinde var, tüm kadınlar ve erkeklerde de..
- Yuvadan ilk ayrılışımızı eril enerji kullanarak yaptık. Çünkü yuvadan ayrılmak için, Ateş Duvarı'ndan geçecek cesareti, girişkenliği eril enerji kullanarak yapabildik. Fakat dişil enerji yuvadan ayrılmayı istemiyordu, çünkü o zaten yuvayı yapan, yaratan enerji, bu yüzden de eril enerjiye karşı çok büyük bir öfke duydu. Yuvadan ilk kopuşta yaşanan kaostan, korkudan, yuvadan ayrı düşmüş olmanın büyük açısından eril enerjiyi sorumlu tuttu.
- Yuva'dan ayrılıştan sonra ilk bölünmeyi, ilk ayrılığı yaşadık. Bu ayrılık eril-dişil ayrılığı, bölünmesi. Bu ayrılık da iste bu ilk öfke, dişilın erile olan kızgınlığı sonucunda oluştu. Bu öfkenin ve öfkenin yol açtığı bölünmenin sonucunda yuvadan çıkışta eril-dişil dengesizliği de oluştu ve yuvadan sonraki varoluşa varlıklar (bizler) üçte-iki dişil ve sadece üçte-bir eril enerjiyle başladılar. Yani sanki dişil enerji kendi eril parçasına söyle demiş gibi bir şey: "senin yüzünden yuvadan koptuk ve şimdi nasıl döneceğimizi bilemiyoruz. Dönüş yolunu bulana kadar hüküm bende, işleri ben yöneteceğim, ipler benim elimde olacak ve sen benim dediklerimi yapacaksın." İşte bu niyetin sonucunda dünya deneyimine kadar evrende 2/3 oranında dişil enerji hakimdi. Tüm evrenler, galaksiler vb vb bu dişil tarafımızla yaratıldı.
- Dişilin tek istediği yuvaya geri dönebilmekti, bu yüzden de kendi hükmü altındaki eril parçasını kullanarak bunun yolunu bulmaya çalıştı. Bunun için eril tarafını kullanarak araştırdı, onu keşifler için kullandı, yolculuklar yaptı. Eril tarafını yeni boyutlar keşfetmek ve savaşlar (başka varlıkların gücünü çalıp kullanmak) için kullandı. Bütün derdi yuvaya geri dönmek olan dişil, bunu yapabilmek için başka varlıkların (ve erilin de) enerjisini kullanmak istedi ve bu yüzden başkalarının enerjilerine hükmetmeye çalıştı. Bu durum çeşitli ruh aileleri ve bazı ailelerin de kendi içinde enerji savaşları çıkmasına sebep oldu.
- Fakat bu enerji savaşlarının sonucunda giderek herşey yavaşlamaya başladı ve sonunda durdu. Varoluşta büyük bir tıkanıklık oluştu. Artık varlıklar değil yuvaya dönmek, hiç bir şey yapamaz hale geldiler. Genişleme tamamen durdu, tüm enerjiler tıkandi kaldı.
- Bunun üzerine hala birbirleriyle keşif savaş halinde olan aileler her şeye rağmen bu durumdan hoşnut olmadıkları için bir çıkış yolu bulmak üzere Order of the Arç yanı Başmelekler Düzeni'nı yarattılar. Başmelekler Düzeni aracılığıyla da Dünya deneyimi yaratıldı.
- Fakat dişil taraf bütün bu olanlardan kendini sorumlu tuttu. Varoluştaki büyük tıkanıklığın sorumlusunu kendisi olarak gördü, büyük bir suçluluk duygusu içine girdi. İşte İsis'in yarası bu. İsis'in yarası bu varoluşun ilk karmik yarası: önce eril tarafa büyük bir öfkeyle başlayan, ardından bu öfke ile eril'i kendi hükmü altına alan ve sonra da varoluştaki büyük tıkanıklığın oluşması ile sonuçlanan bu gelişmeden kendini suçlu hisseden dişil enerjinin yarası...
- Bu yüzden Dünya deneyimi yaratılırken bu suçluluk duygusuyla hareket eden dişil enerji kendini geri çekti, baskıladı. Dedi ki, madem dişil enerji ağırlıktayken böyle bir sonuç doğdu, Dünya deneyiminde de eril ağırlıklı olsun, bakalım o ne yapacak.
Dünya deneyimi boyunca dişil enerji hep ama hep ikinci planda kaldı, hep kendini baskı altında tuttu, ortaya çıkmadı, kendini gizledi. Bir kaç istisnai dönemde dişil enerji ortaya çıkıp erille dengelenmeye çalıştı fakat her seferinde büyük bir şiddetle bastırılıp sindirildi. Aztlan'da da bir süre eril-dişil dengelendi ve muhteşem şeyler yapıldı fakat daha sonra çevre krallıklardan erkekler buna izin veremeyeceklerini söyleyerek Aztlan'a saldırdı, bütün kadınları ya öldürdüler, ya da tecavüz, işkencelerle sindirdiler. Ortaya böyle dengede çıkan dişil enerjiyi baştıran da yine dişil enerji oldu (erkeklerin dişil yanları devreye girip dışil enerjiyi yargılıyorlar) . Dişil enerji yine erili kullanarak dişil enerjiyi bastırdı, yargıladı ve mahkum etti.
Kısaca, dünyada kadınlara yönelik yapılan her tür zulüm, baskı, yargılama, aşağılama, tecavüz, vb hep bu İsis'in yarasından geliyor -özünde dişil enerjinin kendisine damgalamış olduğu derin bir suçluluk duygusu var– bütün kadınların ve erkeklerin de içlerinde taşıdıkları. Bu varoluşun ilk karmik yarası ve tüm karmık yaralar gibi kendisini yargılayıp cezalandırdığı için kendisine layık gördüğü davranışı çekiyor
Dünya deneyiminde dişil enerji "ben yapamadım belki sen yaparsın" diye ağırlığı eril enerjiye bıraktı ama eril de bu işi beceremedi. Hatta bazı açılardan daha da beter oldu. Çünkü eril enerji tamamen kontrol, zihin, hükmetme şeklinde çalıştı. Bu da hiç bir çözüm getirmediği gibi enerjileri daha da tıkadı.
Bütün bunların sonucunda:
Dünya deneyiminin amacı o zamanlar eterik düzeyde yaşanan enerji savaşları sonucunda oluşan büyük tıkanısın çözülmesinin yollarını bulabilmekti. Bu artık gecekleşti, bizler dünya deneyiminde yaşadıklarımızla burada yaptığımız seçimlerle oradaki büyük tıkanıklığı çözmeye başladık.
Bu sayede ilk olarak 2003 yılının yaz aylarında dünyada yeni enerjiyi – yani yuva enerjisini, yuvayı yaratmayı başardık. Yani dünya deneyimimiz sayesinde keşfettik ki, artık amaç yuvaya dönmek ya da ona giden yolu bulmak değil, yuvayı kendimiz yaratmak. Fakat bunun olabilmesi için tam bir dişil-eril dengelenmesi gerekiyor. Bu da İsis'in yarasının iyileşmesi demek, Dişil'in Eril'le dengede olarak geri dönmesi demek.
İsis'in yarası bütün kadın ve erkeklerde kişinin dişil tarafına yönelik keskin bir yargı, bir suçluluk duygusu, bir dışlama, bir güvensizlik ve keşif bir değersizlik duygusu şeklinde tezahür ediyor. Kadınlar bunu kendi dişiliklerine yönelik derin bir değersizlik duygusu, kendine güvenmeme şeklinde yaşıyorlar. Erkekler ise genel olarak kendi dişil yanlarının inkarı, dişil yanlarının öne çıkmasından korkmak, bu sebeple genelde kadınlardan korkmak (tabii bilinçaltının derinliklerinde) ve onlara karşı kendilerini kapalı tutmak şeklinde deneyimliyorlar. Tobias bu durumun bazı sonuçlarından söz ediyor:
Bazı kadınlarda İsis'in yarası fazlasıyla feminen görünmek, aşırı süslenmek, vb şeklinde ortaya çıkabiliyor – burada olan aslında kadının kendi içinde çok derinlere gizlenmiş olan gerçek dişiliğine duyulan özlem, dışiliğini tam olarak kuşanamadığı için bu tür suni yollarla onu var etmeye çalışıyor, tabii başaramıyor
Değersizlik duygusu yüzünden kadınların kendilerine genel olarak kötü davranmaları: bunun en tipik örneği yeme bozuklukları. Bir çikolata bile yerken kadınlar genellikle büyük suçluluk duyuyorlar – bunun bile altında İsis'in yarası yatıyor. Çünkü derinlerde "ben buna layık değilim, ben böyle güzel şeyler hissetmeye layık değilim" hissi var.
Erkeklerde ise İsis'in yarası kadınlara karşı bir güvensizlik, hatta içten içe onlar tarafından kontrol altına alınma korkusu şeklinde tezahür edebiliyor. Bu korku yüzünden erkeklerde genellikle kendi dişil yanıyla temas kurmama, kendi içindeki dişilin inkarı ve reddi var. Bu yüzden bazı erkekler kadınla olan ilişkisinde ona hükmetme ve baskın olma eğilimi içinde olabiliyor. Bu da tamamen aslında kendi içindeki dişile yönelik yargının bir tezahürü. Fakat bunu yapan hep dişil taraf – yani mesele eril tarafın dişil üzerinde baskı uygulaması değil, asıl bütün bunların altında dişil olanın kendisini suçlu hissedip baskı altında tutulması gerektiğine inanması.
Kısaca, "İsis'in Yarası" aslında tüm dünya deneyiminin ve öncesinin, tüm yaşadıklarımızın, tüm savaşların ve barışların, herşeyin temelinde yatan en en en temel yara, en temel dengesizlik. Ve bu yüzden şimdi her birimiz İsis'in yarasını kendi içimizde iyileştirmeye başladığımız anda varoluştaki o büyük tıkanıklığın da çözülmesi yolunda çok önemli bir adım atmış oluyoruz. İsis'in yarasının çözülmesi demek, kendi içimizdeki eril-dişil enerjilerin tamamen dengeye gelmesi demek. Bunların barışması ve birleşmesi demek. Kısaca, kendi içimizde biz İsis'in yarasını şifalandırdıkça, eril-dişil taraflarımızı dengeye getirdikçe evrendeki tüm dünya deneyiminin sebebi olan büyük tıkanıklığın da çözülmesine katkıda bulunmuş oluyoruz.
O yüzden İsis'in yarasını şifalandırıp içimizdeki eril-dişili dengelemek hepimizi için en önemli, en zor, en temel varoluş sebebi. İsis'in yarasını şifalandırıp eril ile dişilin tam dengeye gelmesi demek, artık yuvadan ilk kopuştan beri varolan büyük arayışın, büyük üzüntünün sona ermesi demek. Çünkü tüm bu deneyim sonucunda öğrendik ki, yuvaya dönmek diye bir şey yok, yuva gidilecek bir yerde değil, yuva bizim içimizde uykuda bekliyor ve onu uyandırıp yaşama geçirecek olan, yaratacak olan bizleriz. Yaratım ise dişil ile erilin tam dengesiyle oluyor. Bizler kendi içimizdeki eril-dişili dengeleyip bütünleştikçe gerçek anlamda bilinçli yaratıma geçmeye başlıyoruz ve Yuva enerjisini, yeni enerjiyi böyle indiriyoruz, Yuvayı da böyle yaratıyoruz. yani bizlerin ilk yuvadan kopuştan beri hiç yapılmamış olan bir şeyi yapıyoruz şu anda.
Yeni enerjiyi yaratmak bu demek.
kirmizicember